6. Sınıf 4. Ünite

Hz. Muhammed’in (s.a.v.) Daveti: Mekke Dönemi

mekke donemi

Hz. Muhammed (s.a.v.) doğup büyüdüğü Mekke ve çevresinde dürüstlüğü , güvenilirliği ve güzel ahlakıyla tanınırdı. Bu özelliklerinden dolayı içinde bulunduğu toplumda “Güvenilir Muhammed” anlamında Muhammedü’l Emin ismiyle anılırdı.

Hz. Muhammed’in (s.a.v.) yaşadığı toplumda ahlaki güzellikler kaybolmuş, yerini pek çok olumsuz davranış almıştı. İnsanlar tevhit inancından uzaklaşmıştı. Kendi elleriyle yaptıkları ve kendilerine fayda ya da zarar veremeyen putları Allah (c.c.) ile aralarında aracı olarak görürlerdi. Kadınlara ve kız çocuklarına değer verilmezdi. İçki, kumar, fal, büyü, hırsızlık gibi kötü tutum ve davranışlar yaygındı. Kabile kavgaları ve kan davaları yaşanırdı. Toplumsal hayatta eşitlik, adalet, merhamet, şefkat, dürüstlük, hoşgörü gibi temel insanî değerler gözetilmezdi. Arap Yarımadası’nda bütün bu olumsuzlukların yaşandığı İslamiyet’ten önceki döneme Cahiliye Dönemi adı verildi.

İlk Vahiy: Yaratan Rabb’inin Adıyla Oku!

Hz. Muhammed (s.a.v.), otuzlu yaşlarından itibaren toplumun içinde bulunduğu olumsuzluklardan uzaklaşarak yalnız kalmayı tercih ederdi. Her Ramazan ayında Mekke’nin yakınlarında bulunan Nur Dağı’ndaki Hira Mağarası’na giderdi. Burada inzivaya çekilir ve derin düşüncelere dalardı. Hz. Muhammed (s.a.v.) Hira Mağarası’nda bulunduğu bir sırada vahiy meleği Cebrail (a.s.) geldi ve ona “Oku!” diye seslendi. Hz. Peygamber korku ve endişe içerisinde “Ben okuma bilmem.” dedi. Cebrail (a.s.) ikinci kez emrini tekrarladı. Hz. Muhammed (s.a.v.) vahiy meleğini aynı şekilde yanıtladı. Cebrail (a.s.) üçüncü kez aynı şekilde seslendiğinde Hz. Muhammed (s.a.v.) “Ne okuyayım?” diye sordu. Bunun üzerine Cebrail (a.s.) Alâk suresinin ilk beş ayetini ona vahyetti:
“Yaratan Rabb’inin adıyla oku!
O, insanı bir aşılanmış yumurtadan yarattı.
Oku! Senin Rabb’in en cömert olandır.
O, kalemle yazmayı öğretendir, insana bilmediğini öğretendir.”

Hz. Muhammed (s.a.v.), ilk vahyin ardından korku, endişe ve heyecan içerisinde evine gitti. Eşi Hz. Hatice’ye (r.a.) “Üzerimi örtünüz..!” dedi. Sakinleştikten sonra başından geçenleri ona anlattı. Ardından çok endişelendiğini söyledi. Hz. Hatice (r.a.) “Allah’a yemin ederim ki Allah hiçbir vakit seni utandırmaz. Çünkü sen akrabayı gözetirsin; muhtaç olanların bakımını üstlenirsin; aç ve açıkta olanı koruyup, kollarsın; misafire ikram edersin ve musibete maruz kalanlara yardım edersin.” diyerek Hz. Peygamberi teselli etti. Daha sonra Hz. Muhammed’i (s.a.v.) Varaka b. Nevfel adındaki bilgin bir akrabasına götürdü. Varaka b. Nevfel, onu dinledikten sonra Hz. Muhammed’e (s.a.v.) kendisine gelenin vahiy meleği Cebrail (a.s.) olduğunu ve Cebrail’in (a.s.) daha önceki peygamberlere de Allah’ın (c.c.) mesajını getirdiğini söyledi. Hz. Muhammed’in (s.a.v.) görevi Allah’ın (c.c.) mesajını insanlara ulaştırmaktı. Yüce Allah, Hz. Peygambere ilk emrini 610 yılının Ramazan ayında gönderdi. Alak suresinin ilk ayetlerinin gelişiyle Hz. Muhammed’in (s.a.v.) yirmi üç yıl sürecek peygamberlik görevi de başlamış oldu.

Hz. Muhammed (s.a.v.), ilk vahyin ardından korku, endişe ve heyecan içerisinde evine gitti. Eşi Hz. Hatice’ye (r.a.) “Üzerimi örtünüz..!” dedi. Sakinleştikten sonra başından geçenleri ona anlattı. Ardından çok endişelendiğini söyledi. Hz. Hatice (r.a.) “Allah’a yemin ederim ki Allah hiçbir vakit seni utandırmaz. Çünkü sen akrabayı gözetirsin; muhtaç olanların bakımını üstlenirsin; aç ve açıkta olanı koruyup, kollarsın; misafire ikram edersin ve musibete maruz kalanlara yardım edersin.” diyerek Hz. Peygamberi teselli etti. Daha sonra Hz. Muhammed’i (s.a.v.) Varaka b. Nevfel adındaki bilgin bir akrabasına götürdü. Varaka b. Nevfel, onu dinledikten sonra Hz. Muhammed’e (s.a.v.)tebliğ
kendisine gelenin vahiy meleği Cebrail (a.s.) olduğunu ve Cebrail’in (a.s.) daha önceki peygamberlere de Allah’ın (c.c.) mesajını getirdiğini söyledi.

Hz. Muhammed’in (s.a.v.) görevi Allah’ın (c.c.) mesajını insanlara ulaştırmaktı. Yüce Allah, Hz. Peygambere ilk emrini 610 yılının Ramazan ayında gönderdi. Alak suresinin ilk ayetlerinin gelişiyle Hz. Muhammed’in (s.a.v.) yirmi üç yıl sürecek peygamberlik görevi de başlamış oldu.

Yakın Çevreye Çağrı

Hz. Peygamber ilk vahyin gelişinden sonra tekrar vahiy meleği Cebrâil (a.s.)’i görmek için sık sık Hira Mağarası’na gidiyordu. Fakat haftalar geçtiği hâlde melek gelmiyordu. Bu şekilde aradan uzun bir zaman geçti. Bu zamana “fetretü’l vahiy” denir. Yine bir gün Hira Mağarası’ndan dönerken Cebrail (a.s.) ile tekrar karşılaştı. Korktu ve heyecanlandı. Vahiy meleği Cebrail (a.s) ona Müddessir suresinin ilk ayetlerini vahyetti. Bu ayetlerde Yüce Allah, Hz. Peygambere şöyle buyurdu: “Ey örtünüp bürünen Peygamber! Kalk ve insanları uyar. Sadece Rabbini büyük tanı. Nefsini arındır. Şirkten pisliklerden uzak dur.” Yüce Allah, Hz. Peygamberden insanlara dinin esaslarını anlatmasını istiyordu. Hz. Peygamber de emrin gerektirdiği şekilde insanları İslam dinine davet etmeye başladı.

Hz. Peygambere ilk inanan, eşi Hz. Hatice (r.a.) oldu. Daha sonra kızları Zeynep, Rukiye ve Ümmü Gülsüm (r.a.) de anneleri Hz. Hatice (r.a.) ile aynı zamanda Müslüman oldular. Hz. Hatice (r.a.) ve kızlarından sonra, Hz. Peygamberin evinde bulunan ve o sıralarda henüz on veya on bir yaşında olan Hz. Ali (r.a.) ile Hz. Peygamberin hizmetçisi Zeyd b. Harise (r.a.) de iman ettiler. Daha sonra Hz. Peygamberin en güvenilir ve sadık dostu Hz. Ebu Bekir (r.a.) onun davetine olumlu cevap vererek hiç tereddüt etmeksizin iman etti.

Çağrının Yaygınlaştırılması

Hz. Muhammed (s.a.v.) İslam dinini ilk üç yıl insanlara gizlice anlattı. Bu süre içinde Müslümanların sayısı otuza ulaşmıştı. Üç yılın sonunda Yüce Allah, şu ayetle Hz. Muhammed’den (s.a.v.) İslam dinini insanlara açıkça duyurmasını istedi: “(Ey Muhammed!) Şimdi sen, sana emrolunanı açıkça ortaya koy ve Allah’a ortak koşanlara aldırış etme.”

Yüce Allah, Hz. Peygambere aile üyelerinden sonra “(Önce) en yakın akrabanı uyar.” buyurarak açıkça yapacağı davete önce en yakın akrabalarını uyararak başlamasını emretti. Zira Hz. Peygamberin önce yakın akrabalarının İslam inancını benimsemesi, bu dinin diğer kabile ve topluluklar arasında yayılmasını da kolaylaştıracaktı. Bunun için Hz. Peygamber, evinde bir ziyafet düzenleyerek yakın akrabalarını bir araya getirdi. Yemekten sonra onları İslam’a davet etti. Amcası Ebu Leheb, yeğeninin davetine karşı çıktı ve onu akrabalarını birbirine düşürmekle suçladı. Hz. Peygamberin çağrısı akrabaları tarafından kabul görmeden topluluk dağıldı. Hz. Peygamber ertesi gün bir ziyafet daha tertip etti. Sözlerine Allah’a (c.c.) hamt ederek başladı ve akrabalarını bir olan Allah’a (c.c.) iman etmeye davet etti.

Hz. Peygamberin akrabalarına davetinin ardından sıra tüm Mekke halkına yapılacak açıktan davete gelmişti. Hz. Peygamber tüm Kureyşlileri Kâbe yakınlarında bulunan Safa Tepesi’ne çağırdı. Onlara “Ey Kureyşliler! Size şu dağın arkasında bir düşman birliği var desem bana inanır mısınız?” diye seslendi. Onlar da “Evet, senin yalan söylediğini hiç görmedik.” diye cevap verdiler. Bunun üzerine Hz. Peygamber “… Öyleyse (haberiniz olsun ki) ben, şiddetli bir azap öncesinde sizin için (gönderilmiş) bir uyarıcıyım.’’ sözleriyle İslam’a davetini açıkça ortaya koydu. Hz. Peygamberin açıktan davetinin ardından İslamiyet, Mekke’de yayılmaya başladı. İslam’ı kabul edenlerin sayısı arttıkça müşriklerin, Müslümanlara karşı tavrı da sertleşti.

Mekkelilerin alay, hakaret ve küçümseme gibi olumsuz tepkilerine rağmen Hz. Peygamber İslam’ı anlatmaya devam etti. İnananların sayısı her geçen gün artıyordu. Mekkeli müşrikler; Müslümanları alay, hakaret ve aşağılamalarla yıldıramayacaklarını anladılar. İnananlara baskı uygulamaya ve işkence etmeye başladılar. Böylece Mekke, Müslümanlar için güvenli bir yer olmaktan çıkmıştı.

İnananlardan bir grup, Hz. Peygambere gelerek inançlarını özgürce yaşayacakları bir merbölgeye göç etmek istediklerini ifade etti. Hz. Peygamber göç etmelerine izin verdi. Onlara Habeşistan’a gidebileceklerini ve Habeş Kralı’nın kendilerini koruyabileceğini söyledi. Bu durumu “Allah, çektiğiniz sıkıntılardan kurtulmanız için bir yol gösterinceye kadar Habeşistan’a göç etseniz iyi olur. Çünkü orada yanındakilerden hiçbirine zulüm yapılmayan bir hükümdar vardır. Allah sizin için bir çıkış ve kurtuluş yolu gösterinceye kadar orada kalın…” sözleriyle ifade etti. Bunun üzerine inananlardan bir grup 615 yılında Hz. Osman’ın (r.a.) başkanlığında gizlice Habeşistana göç etti. Bir yıl sonra da Cafer b. Ebu Talib (r.a.) başkanlığında daha kalabalık bir grupla ikinci Habeşistan göçü gerçekleşti. Bu süreçte Mekke’de yiğitliği ve cesaretiyle tanınan Hz. Hamza (r.a.) ile Hz. Ömer (r.a.) de İslam’ı kabul ederek Müslüman oldular. Mekke’deki bu iki güçlü ve itibarlı kişinin Müslüman olması, diğer Müslümanlara moral kaynağı oldu. Onları kendi saflarında görmeyi uman müşriklere de büyük bir hayal kırıklığı yaşattı.

Mekkeli müşrikler, inananların bir kısmının Habeşistan’a sığınması üzerine Mekke’de kalan Müslümanlar üzerinde baskı kurarak boykot uygulamaya başladılar. 616 yılında başlayan boykot tam üç yıl sürdü.

Boykot uygulamasına göre Müslümanlar ile;
• Selamlaşmak,
• Komşuluk yapmak,
• Akrabalık bağı kurmak,
• Alışveriş yapmak,
• Yeme-içme vb. temel ihtiyaçları karşılamak gibi pek çok şey yasaklanmış ve bu üç yıllık boykot döneminde Müslümanlar, çok büyük sıkıntılara dayanmak zorunda kalmışlardır.

619 yılında boykotun sona ermesinin ardından Hz. Peygamber, peygamberliğinin en büyük destekçilerinden amcası Ebu Talib ile eşi Hz. Hatice’yi (r.a.) art arda kaybetti. Bu yıla Müslümanlar arasında Hz. Peygamberin yaşadığı üzüntü ve zorluklar sebebiyle “Hüzün Yılı” denildi.

Hz. Peygamber bir yandan yakınlarını kaybetmenin verdiği hüzün, diğer yandan müşriklerden gelen baskı ve eziyetlerin artması sebebiyle İslam’a davetini yerine getireceği yeni yerler aramaya başladı. Bu amaçla yanına hizmetçisi Zeyd’i (r.a.) alarak Taif’e gitti. Taifliler, Hz. Peygamberin davetini kabul etmediler. Hz. Peygambere alay ve hakaretle karşılık vererek; onu şehri terk etmeye zorladılar. Hz. Muhammed (s.a.v.), Taif’te amacını gerçekleştiremeden Mekke’ye geri dönmek zorunda kaldı.

Yüce Allah, isra ve miraç mucizeleriyle Hz. Peygamberin art arda uğradığı üzüntü ve sıkıntılarını hafifletti ve onu teselli etti. Bir gece Hz. Peygamberi Cebrail (a.s.) vasıtasıyla Mekke’deki Mescid-i Haram’dan Kudüs’teki Mescid-i Aksa’ya ulaştırdı. Yüce Allah, bu durumu Kur’an-ı Kerim’de şöyle ifade etmektedir: “Kendisine ayetlerimizden bir kısmını gösterelim diye kulunu (Muhammed’i) bir gece Mescid-i Haram’dan çevresinivbereketlendirdiğimiz Mescid-i Aksa’ya götüren Allah’ın şanı yücedir. Hiç şüphesiz O; hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.” Kur’an-ı Kerim’de bu yolculuğa “gece yürüyüşü” anlamına gelen isra denilmiştir. Hz. Peygamber, Mescid-i Aksa’dan Allah’ın (c.c.) huzuruna yükseltilmiştir. Bu yükselişe de miraç denilmiştir. İsra ve miraç mucizelerinden sonra, daha önce Kudüs’e gitmemiş olan Hz. Peygamberin Kudüs ve Mescid-i Aksa hakkında bilgiler vermesi müşrikleri hayrete düşürmüştür. Yüce Allah, isra ve miraç mucizeleriyle hem Hz. Muhammed’i (s.a.v.) teselli etmiş hem de inanmayanlar karşısında onun peygamberliğini pekiştirmiştir.

Miraç esnasında;
– Beş vakit namaz farz kılındı.
– Bakara suresinin son iki ayeti (Âmenerresûlü) indirildi.
– Allah’a (c.c.) şirk koşmayanların bağışlanacağı müjdesi verildi.

 

1 yorum

bir yorum yaz